The Chorous (Koro) — Film Analizi
Koro filmi başarısız, şımarık ve işe yaramaz olarak tanımlanan bir grup öğrencinin bulunduğu yurtta, mümessil tarafından öğrencilerin eğitilmesiyle oluşturulan harika müzik grubunu anlatmaktadır. Başlarda öğrenciler asla laf dinlememekte aksine yurt yönetimine zarar vermektedir. Buna karşında yönetim öğrencilere karşı kaba kuvvet göstermektedir. Yurt müdürü Rachin, sinirli bir yapıya sahiptir. Film boyunca öğrencilere asla acımamakta ve onlara karşı büyük önyargıları bulunmaktadır. Yurt içerisine Hademe olan Maxence ise her ne kadar ılımlı olsa da öğrencilerin düzeleceğini ümit etmektedir. Mathieu, yurda yeni gelen bir mümessildir. Mathieu öğrencilere karşı daha umutlu ve onların içlerindeki cevheri fark etmek için çok uğraşmaktadır. Böyle de yapar. Yönetimin agresif duruşuna karşı Mathieu öğrencilerin aslında bunun doğru ve işe yarayan bir çözüm olmadığını biliyordur. Tüm öğrencilerin yaşadıklarını, karakterlerini ve hayallerini öğrenmeye onlarla bağ kurmaya çalışır. Kuracağı koro için öğrencilerin seslerini tanımaya çalışır. Derslerde ve bazen de Müdür Rachin’den gizli olarak çalışılır. Koro kısa zamanda büyük bir ilerleme kat eder. Koroyu izlemeye önemli devlet büyükleri gelir. Müdür Koro için ödüllendirilirken, Mathieu yurtta çıkan bir yangından sorumlu tutularak işinden olur. Mümessil Mathieu, “Başarısız müzisyen, işsiz mümessil” olarak yeni hayatına devam eder.
Film küçük bir yurttaki öğrencilerin hayatına değinmesine rağmen hayata dair güzel ve önemli öğretiler içermektedir. Öncelikli olarak spor ve müzik, Mümessil Mathieu tarafından “sosyalleşmenin çimentosu” olarak tanımlanmıştır. Filmde müzik ile haylaz ve işe yaramaz olarak tanımlanan öğrenciler, topluma geri kazandırılmasını anlatmaktadır. Bizler her ne kadar insanlık olarak kendimizi sosyal varlıklar olarak nitelemekte olsak da sosyallik için gerçekten bu alanlara ilgi duymak gerekmektedir. Şöyle ki hayatımda spor eksik olduğunu, yeterince yapmadığımı fark ettiğimden dolayı kendime bir basketbol topu aldım. Bazı zamanlar basketbol oynamaya zaman ayırarak bu konuda ilgi duyan insanlarla tanışma ve sosyalleşme fırsatı buluyorum. Bu şekilde ben de sosyalleşmek için bu aktivitelerin önemini ve gerekliliğini kavramış oluyorum.
Gel gelelim bu hayatta aslında hedeflerimiz, hayallerimiz için çok fazla ve sürekli çalışmamız ve uğraşmamız gerekiyor. Bu şekilde bir düşünceye sahip olmama rağmen Film içerisinde söylenen “Her zaman denenecek bişey vardır” şeklinde bir düşünceyi edindim. Her ne kadar hayatımda yeni bir şeyler denemeye, yollar açmaya çalışsam da imkânsız gibi görünen durumlarda asla adım atmıyordum. Film sayesinde aslında bunu öğrendim. Öğrenciler herkesin ümidini kestiği ve düzeltilemez bir noktadan, müzik ile bir nevi hayata döndürülmesi deneniyor. Her ne kadar başarı için bir şeyler yapmaya uğraşsam da denemenin gücünün hiç bu kadar güçlü olacağını tahmin edemezdim.
Ayrıca Filmde başlardan beri şiddet ile uygulanan “etki-tepki” prensibinin hiç işe yaramadığını gördüm. Söz konusunu prensibin ne kadar yanlış olduğunu öğrendim. Sadece öğrencilere değil tüm canlılara karşı şiddetin ne kadar kötü ve tercih edilmemesi gerektiğini anlamış oldum. Çünkü tüm canlıların sevginin varlığını hissettiğini düşünüyorum. Sevgi görüldüğü yerde ancak saygı başlar. Saygı olmadığı yerde düzen, söz dinleme veya güven ortamı sağlanamaz. Etki-tepki prensibi aslında karşılıklı aynı eylemlerin yapıldığını bize göstermektedir. Yurt ortamında yönetim ekibi şiddet uyguladığında öğrencilerden de güçleri yettiğince şiddet uyguladığı görülmektedir. Günlük hayatta da olaylar böyle gelişmektedir. Bir insana sevmediğini söylediğimizde onun da bizi sevmediğini duymamız etki tepkiyi bize göstermektedir. Sevmediğimizi söylediğimiz kişi her ne kadar bizim için değerli olsa da aslında sadece etkimize bir tepki göstermiştir. Etkinin kötü olarak kullanıldığı bir durumda, döngünün aşılması için bolca fedakârlık ve erdemli bir duruş gerekir.
Film öğretilerinin yanı sıra aklımda cevaplanması ve düşünmemi gerektiren sorulara yol açtı. Baştan sona kadar önyargıların düşüncelerimizde açtığı yanlışlıkları ve yanılmaları ele alan film, “Farkında olmadan önyargılı davranıyor muyuz?” veya “Önyargılarımızla hangi fırsatları kaçırıyoruz?” şeklinde önyargılarla ilgili soru işaretlerine sebep oldu. Bu sorular filmde gördüğüm üzere önyargıların büyük kayıplar getireceğini, kötü sonuçlara yol açabileceğini gördüğümden dolayı düşünmemi sağladı. İnsan doğası gereği yaşadığı çevreden ve buna bağlı olarak dayatılan düşüncelerden etkilenmesi normaldir. Bu şekilde doğru veya yanlış bilgiler bizlerin düşünce yapısının oluşmasına katkı sağlıyor. Önyargılarımız da bu süreçte oluştuğunu düşünüyorum. Belli bir insan tipine, düşünceye, kökene veya topluluğa insan önyargıyla yaklaşabilmektedir. Bizler bu şekilde edineceğimiz yeni düşünce yapılarıyla, tanışacağımız yeni insanlarla veya çıkabilecek muhteşem iş birliklerine de kendimizi kapatmış oluyoruz. Kaçan fırsatlarla birlikte bu fırsatların kaçmasında da önyargılarımızın etkili olabileceğini de düşünüyorum. Farkında olmadan çevremizden, herhangi bir şekilde edindiğimiz yanlış düşünceler bizlerin hayatında yakalayacağı bir başarıya engel oluyor olabilir. Tıpkı filmde Müdür Rachin’in öğrencilere karşı sahip olduğu önyargı gibi. Müdür Rachin, yurt öğrencilerinin yaşadığı ailevi sıkıntılarından dolayı onların aslında başarısız olduğu, hiçbir işe yaramayan kişiler olduğuna dair bir önyargıya sahiptir. Ancak filmin sonunda öğrencilerin yaptığı işlerle takdir toplamıştır. Bu ve bunun gibi olaylar günlük hayatımızda da başımıza gelebilir. Herhangi bir şeklinde tipini beğenmediğimiz sokaktan geçen bir insan bizim hayatımızı dahi kurtarabilir. Biz önyargı olarak yaklaşmasak da aslında hayatımızda sahip olduğumuz anlık, gelip geçici düşünceler dahi bir önyargı sonucunda atılmış olabilmektedir. Bir insanın vicdanen iyi veya kötü olduğunu belirlerken önyargılarımız değil, aklımız yol göstermelidir.
Düşünmemi sağlayan bir diğer soru işareti de “Çocukların ne kadar yeteneklerinin farkına varıldığını, topluma kazandırıldığı” üzerine oluşmuştur. Bu soru aslında çocukların sadece bir yurt içerisinde değil bulunduğu toplum içerisinde ne kadar değerli olduğunu bildiğimden dolayı merak ediyorum. Her insanın bir yaradılış amacının olduğunu düşünüyorum. Bu amaçlar doğrultusunda çalışır, öğrenir ve gelişir. Çocuk yaşlarda aslında sahip olduğu yeteneklerin ve gelişimin farkına varılması gerekmektedir. Çünkü çocuklar bulunduğu topluluk içerisinde özgür olmaya ve düşüncelerini rahatça ifade etmeye daha meyillidir. Mevcut eğitim sistemi de bunun üzerine kurulmalıdır. Küçük yaşlarda belirli bir alana örneğin resim çizmeye, boyalara daha meraklı olan bir çocuğun resim üzerine bir eğitim alması ve ayrıca aile bu yönde bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Ancak maalesef sadece Türkiye değil Dünya’nın pek çok ülkesinde böyle bir uygulama bulunmuyor. Çocukların bu ve bunun gibi çeşitli uygulamalar ile topluma kazandırılması gerekmektedir. Hepsi herhangi bir ırk veya mezhep fark etmeden bu Dünya için çalışması gerekmektedir. Çocuklar her ne kadar farklı ülkelerde yaşa da aynı Dünya’yı paylaşıp ortak bir geleceğe hazırlanıyor. Film de görüldüğü üzere aslında yaramaz olan bu çocuklar çok güzel bir koronun parçası olup müzik ile toplumuna daha rahat katılma şansı buluyorlar. Bir çocuğun daha iyi şartlarda yaşatılması, düşüncelerinin dahi dinlenmesi, sistemin parçası olarak değil hayatın bir parçası olarak görülmesi gerekmektedir.
Film sayesinde hayatımda “başarıyı sahiplenme” konusunda daha hassas ve duyarlı olmam gerektiğinin farkına vardım. Mümessil Mathieu uzun uğraşlar sonucunda öğrencilerden koro yaratmayı başarmıştır. Bu süreçte aslında destekten ziyade en büyük karşı çıkan kişi yurt müdürü olmuştur. Verdiği emirlere karşı ve ondan gizli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Mümessil Mathieu kurduğu koro ile başardığını güzel bir organizasyonla önemli makamlardaki insanlara göstermek istedi. Ancak organizasyon günü Müdür bu başarının kendisine ait olduğunu insanlara lanse etti. Başarıyı sahiplenen Müdür, tüm ödülleri ve tebrikleri almaya başladı. Ancak sonucunda işini ve tüm ödülleri kaybeden de kendisi oldu. Bu yaşanan durum aslında “başarıyı sahiplenme” konusunda hassas olmaya karar verdirdi. Çünkü bu konu “Yiğidi öldür hakkını yeme” veya “Sezar’ın hakkı Sezar’a” gibi birçok farklı sözle de karşımıza çıkmaktadır. Hayatımda insanların verdiği en ufak emeğin bile değerini kıymetini bilmem gerektiğini, bu konuda daha titiz çalışmam gerektiğini anladım. İnsanlar emeklerinin karşılığını illaki büyük törenlerle beklemeyebiliyor, içten bir teşekkür veya eline sağlık denmesi bütün çalışmaların güzel bir karşılığı oluyor. Yapılması gereken aslında bu kadar basitken eğer her yapılanı insan eğer kötü anlamda sahiplenirse ileride yapacağı işler de etkilenebilmektedir. Bu durum dinen “kul hakkı” yemektir ve tüm dinlerce günah sayılmaktadır. Eğer ki hayatımda insanların başarılarını görmezden gelmek veya başarılarını kötü anlamda sahiplenmek gibi bir davranışa girersem hiçbir işimin doğru gitmeyeceğini, hayatımın değişeceğine inanıyorum. İnsanların kesinlikle bir teşekkür dahi olsa emeklerinin karşılığını sonuna kadar vereceğimi biliyorum. Bu düşünceyi hayatımın her alanında uygulamayacağa çalışacağım. Hayatta fırsatları böylelikle yakalayabileceğimi düşünüyorum. İnsan birlikte çalışarak, üstüne koyarak ilerler. Bir insan da hakkının yenmediği, verdiği emeğin karşılığını her türlü alabildiği yerde mutlu olur ve çalışmayı ister. Hayatıma fırsatlar tam bu noktada gelmektedir. İnsanlara hakkettiği değeri verirsem daha iyi birliktelikler ve daha iyi işler ortaya koyacağımı düşünüyorum. Bu yüzden “Başarıyı sahiplenme” konusu hayatımı değiştirebilecek hassasiyete sahiptir.
İBRAHİM CAN ERDOĞAN