Incognito: Beynin Gizli Hayatı Kitap İncelemesi
Beynimiz, evrende keşfedilmemiş en karmaşık malzemedir. Sadece bir organ olarak değil aslında tüm bilgileri toplayan, bunları yorumlayan bir görev kontrol merkezidir. İçinde bulundurduğu nöronlar, yaptığı bağlantılarla oluşan tüm fonksiyonlarımız kusursuz bir işleyişe sahiptir. Bu işleyiş bizlere umutlarımız, hedeflerimiz, korkularımız gibi birçok çıktıyı önümüze getirir ve bu çıktılar bizim düşüncelerimizi oluşturur. Bu düşüncelerimiz, bilincimizin kontrolü dışındadır. Her bir düşünce kendi kontrol mekanizmasına sahiptir. Bu yüzden beynimiz bilgi toplayıp, davranışlarımızı yönlendirir. Bu yönlendirmelerin çok az bir kısmı bilinçli zihinle yapılır, bilincimiz dışındaki düşüncelerimiz geri kalan tüm kontrolü ele almıştır. Burada zihnimiz bizim kararlarımızı verir bu verilen kararlar ise beynimizden, vücudumuza uygulamak için emredilir. Beynimiz bu gösterisini gizlilik içinde halleder. Incognito, beynimizin bu gösterisini bizlere uygular. Gösteri sonuncunda alınan kararlar, bilinçli veya bilinçsiz olarak alınır bizler sadece bu kararları uygulayan taraf oluruz.
Beynin keşfinde birçok deney yapılmıştır. Bu deneyler, şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkarırken aynı zamanda beynin keşfinde yeni yeni bilinmezlikler ortaya çıkarmıştır.
Yapılan bir deneyde, kadın yüzü fotoğraflarında, göz bebekleri büyük olan kadınların erkekler tarafından bilinçsiz olarak seçilmesi ve o kadınların daha çekici gelmesi çok ilginç bir seçim mekanizmasıdır. Çünkü erkekler, neden o kadını daha çekici bulduğunu açıklayamamışlardır. Bence kendi zevkleri ve özellikle içinde bulunduğu toplum tarafından kabul edilen özelliklere sahip kadınları çekici bulduğunu düşünsem de burada seçim işlemi, beynimizde farklı bir yol ile oluşmuştur. Bu seçim aslında beynimiz tarafından kabul edilen ve bizim bilmediğimiz “bilinç dışı” bir eylemdir. Beynimiz, göz bebekleri büyük kadınları “cinsel açıdan” daha çekici bulur. Ve ayrıca uzun yıllardır süregelen doğal seçilim dahi bilinç dışı bu seçimde etkili olmuştur.
İki elimize birden kalem alarak bir elimizle düz, diğer elimizle tersten adımızı yazmaya çalıştığımızda bunu yapamamamız gayet normal gelse de aslında bu eylemi basitçe gerçekleştirmek bizim elimizdedir. Bu deneyde başarısız olmamızın sebebi aslında o an bunu düşündüğümüz için yapamamamızdır. Bilincimiz bu eylemin karmaşık olduğunu anlayarak bizim yapmamızı daha çok zorlaştırıyor. Bilinç bu yüzden her zaman en iyi tercih değildir. Bu deneyle beraber, “Bilinçli olmak” bize zorlukların içinden çıkmamızı sağlayabilecekken düşünce karmaşasına sürükleyerek işleri içinden çıkılmaz bir hale gelmemizi de sağlayabilir.
Bir diğer enteresan deneyimizde, görme engelli kişilere yapılan deneyde, alınlarına bağlanan kamera ve bu kamera ile hareketlerine bağlı olarak sırtlarına verilen titreşimler, kişilerin yön bulmada daha başarılı hale gelmesi sağlamıştır. Artık kameradan gelen bilgiler ile sırtlarına verilen titreşimler ile kişiler başarılı bir şekilde yönlenebilmiştir. Ancak daha şaşırtıcı olan dokunma hareketleri ile görmeye başlamalarıdır. Bir süre sonra artık dokunmalar görme duyusu haline gelmiştir. Bu durum enteresandır ki “Pavlov” deneyini bana hatırlattı. Zihnimize yapılan sürekli eylemler bize yeni bir özellik veya huy kazandırabilir. Bu durum zamanla kişide bir “duyu” kazandıracak kadar ilerliyor. Zihnimizin gücünü de bu şekilde görmüş oluyoruz.
Bilincimiz dışında nasıl düşüncelere sahip olduğumuzu bilemeyebiliriz. Bu düşünceler bizlerin kararlarını etkilerken bunların varlığından haberdar dahi olmamamız beynimizin ne kadar büyük ve karmaşık bir yapıda olduğunu gösterir. “Seviyorum” ve “sevmiyorum” butonu olan bir ekranda fare ile istediğimiz bir butona tıklayacakken ekrana aniden sevdiğimizi veya sevmediğimizi bilmediğimiz bir kelime çıktığında tıkladığımız butona yönlenmemiz hızlanabilir veya yön değiştirebilir. Bence bunun sebebi aslında zihnimizde ne döndüğünü bilemememizdir. Konuşurken “gerçekten böyle mi düşünüyorum” dediğim benim de olmuştur. Beynimde o düşünce belki küçüklüğümden, belki yaşadığım toplumdan bana bir miras kalmıştır. Bu şekilde düşünmediğimiz konularda dahi bir düşüncemizin olması zihnimizin bir gizemidir.
Sır tutmak yani yaşadığı olayları başkasıyla tartışmamak veya kimseyle paylaşmamak yaşanan deneyimden daha da zarar verebiliyor olması ilginç bir araştırmadır. Sırlarını açıklayan kişilerin sırlarını tutanlara göre sağlıkları ve stres seviyelerinde, düzelmeler ve normale dönüşler görülmüştür. Burada bence sır tutmaktan çok sırrını tuttuğu olayı, insanın kendi içinde yaşaması sorundur. Kendimden de bildiğim üzere genelde insanları dinleme taraftarı olduğumdan kendi dertlerimi anlatma konusunda sıkıntı çekebiliyorum. Paylaşılmayan bu olayları, beyin kendi içinde bir çözüme ulaştıracak bilgiye sahip olmadığından bedeni eyleme geçiremiyor. Bilinçsiz zihnimiz burada kendi düşüncelerini üretiyor ve stres seviyemizin artmasına yol açıyor.
Her olayda zihnimizin, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde etkisi olması çok gariptir. Seçimlerimizi yapan kişi, biz değil de “bunu uygulayan bir bedenmişiz” hissini bana veriyor. Milyarlarca kişinin olduğu Dünya’mızda her insan neredeyse evlenmeyi tercih eder ama gerçekten evleneceği kişi seçebilir mi? Burada da beynimiz bizlere oyun oynayarak seçimimizde karşı tarafın ismine dikkat etmemizi sağlıyor. Kendi adımız ile benzer kelime içermesi burada hem karşı tarafı ilk başta daha çok sevmemizi sağlıyor hem de kendimizi hatırlayarak bir “bencillik” oluşmasını sağlıyor. Bu sadece eş seçiminde değil her alanda bizlerin bilinç dışında bir rahatlık göstermemizi sağlıyor. Uyum sağlamamızı kolaylaştırıyor.
Evrende işleyişini çözebileceğimiz, iradeye ve teknolojiye sahip olduğumuz en mükemmel şey: Beynimizdir, yani ta kendimizdir.
İbrahim Can ERDOĞAN